21 Aralık 2011 Çarşamba

Solomon Grundy, Born on a Monday

Geçenlerde Metallica'nın 30. yıl kutlama konserini izlerken, Sad But True şarkısında kendilerine eşlik etmek için Metal Church grubunun gitaristi John Marshall çıkmış sahneye.
O nasıl bir cüsse, arkadaş? James Hetfield gibi iri bir adam bile yanında cücük gibi kalmış. Direkt Solomon Grundy karakteri geldi gözümün önüne.
Dandik fotoşop bilgilmle hazırladığım görseli sunuyorum şimdi:






bu sırada çalan da konuyla alakalı olarak: Metallica - Bleeding Me



[bu ara böyle işte, ergenlik günlerime döndüm. metalci oldum]

2 Aralık 2011 Cuma

The Way of The Dragon

rest in peace, dragon




21 Kasım 2011 Pazartesi

I Had A Dream, Joe Vol.6: 23 Nisan Kafası

Ne çeşit bir insan rüyasında kendini "Maliye Bakanı" olarak görür ki? Meclis diye gittiğim yer de zaten İ.Ü. amfilerinden birine benziyordu.
Oturuma da kot ve tişörtle katılmışım. Kafamda şapka.
23 Nisan bebesi gibi olmuşum resmen.
Nasıl bir bilinçaltım var çok merak ediyorum bazen. Hiç de sevmem ki ekonomi, maliye, işletme, iktisat falan.

Nowplaying: The Breeders - Mad Lucas

12 Ekim 2011 Çarşamba

Alien Invasion


Böyle bir resim gördüm bugün http://eskiesvaplarim.tumblr.com adlı blogda.
Çok istiyorum bu lambadan!
Hastası oldum.
Paylaşmak istedim.

Fonda: Jethro Tull - With You There To Help Me çalıyordu.


23 Eylül 2011 Cuma

Pick Up The Phone

Herkesin "ihmal edilmiş blog"u olur da benim olmaz mı?
Sessizliği şununla bozayım bari. Pek fantastik bir manzara:




white trash repairs - Hungarian Phone Booth Sounds Like Crap

see more There I Fixed It

bunu arakladığım sitede [ki referans verdim aslında, araklama sayılmaz], Macaristan'da bir yer olduğu yazıyordu.

Clark Kent olası gelmiyor mu insanın? Hem mesaneyi boşalt, hem Superman ol! Böyle kompakt bir durum var ortada.

Geçen yılın doğum günü hediyelerimi dinlemeye devam ediyorum.

Smashing Pumpkins - Siamese Dream plağı dönüyor cayır cayır!

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Escape from LA

epic fail photos - M thru F: What the Keyboard Starts to Look Like Every Friday

Fazla söze gerek yok.

Çalan: Dennis Brown - Fade Away

13 Haziran 2011 Pazartesi

Hate Free Zone 16: Vote For Pedro

Bu sosyal medya denen şey çok acaip bir şey. Evet, hepimiz dibine kadar kullanıyoruz ama bokunu da çıkartmamak gerekiyor sanırım. Tüm hayatını orada yaşayan insanlar var ve o kadar tahammülsüz ve agresif olabiliyorlar ki, belden aşağı çalışmakta da hiçbir sakınca görmüyorlar.
İnsan, en yakın arkadaşlarını bile tanıyamaz oluyor. Sevdiğin bir film yüzünden, dinlediğin bir müzik yüzünden ya da oy verdiğin/vermediğin parti yüzünden, yüzüne söyleyemeyecekleri birçok şeyi patır patır yazabiliyorlar yüzlerce kişinin okuduğu ortamlara.

Sanki Siyaset Meydanı'na katılmışlar da, haklılıklarını bütün izleyicilere kanıtlamak ister gibiler. Özellikle de haksız duruma düşmüşlerse...

Biz seçimler üzerine tartışırken, kız arkadaşımla yediğim meyveli dondurmayı koz olarak kullanmak senin haddine mi düşmüş? Ha diyebilirsiniz ki sen niye bunları buraya yazıyorsun. Git suratına söyle ne söyleyeceksen. Ama bir insanın çemkirmekte zorlanacağı yegane insan türü, yakın arkadaş sevgilisidir. Onlar çirkefleşir ama sen arkadaşın üzülmesin/bozulmasın diye sesini çıkartmazsın pek. Ve o yaratıklar, bu gücün farkında olup, dibine kadar kullanırlar.

Zaten misantropi sıçan bir insanım. Bunları gördükçe, insan denen varlığın, özellikle de şehirde doğup büyümüş, İstanbul dışına hatta Nişantaşı vs. dışına hiç çıkmamış olanlarının ne kadar angutlaşabildiğini bir kez daha farkediyorum.
Her zaman, gitmenin zayıflık olduğu fikrini savundum. Kalıp savaşmak daha cesurca geliyordu. Ama şimdilerde farkediyorum ki, kalıp savaşmak için, ortada savaşmaya değecek bir şeyler olması gerekiyor.
Seçim sonuçlarının bununla hiçbir ilgisi yok. Bir hafta önce nasıl yönetiliyorsak, önümüzdeki 4 sene boyunca da aynı şekilde yönetileceğiz. Tıpkı hakettiğimiz gibi. Bununla bir sorunum yok.
Beni ifrit edenler, insanlar. En yakınında gözüküp, siksok tiplerin gazına gelerek, boktan sebeplerden senin kalbini kıranlar.
Patron gibi gözükmemeye çalışıp, sosyalist söylemlerle ahkam kesip, iş yerinde senin emeğini köküne kadar sömürerek emperyalizmi doya doya yaşayanlar. Pardon da, y*rak gibi bir solcu olacağıma, adam gibi bir faşist olmayı tercih ederim. Ki ne sağ, ne sol herhangi bir fraksyona da zerre ilgi duymuyorum. Ben, yaşamaya çalışıyorum. Benim işim hayatta kalmak.
Ama sen seçimi kazanan insanları, fikirlere saygı göstermemekle suçlarken, en yakın arkadaşına fikirleri yüzünden hakaret ediyorsan, skerler senin sosyal demokratlığını.
Twitter-Facebook üzerinden paylaşılan siyaset bilginizin de amk. Bildiğiniz, yanıldığınıza yetmez. Gün içerisinde, "bunlar beni kızdırmaya yetmez" demiştim. Çok kızmış gibi görünsem de aslında bu kızgınlıktan ziyade, kırgınlık. Şahısları bağlamayan ince bir nefret. İnsanoğlu denen sikko yaratığa karşı duyulan keskin bir nefret.
Hindistan'a gidelim diyor bana, oradaki insanlar çok farklı diyor. Büyük ihtimalle de doğru söylüyor ama ben buradaki 70 milyona katlanamıyorken, 1.5 milyar insan beni çok korkutuyor. İtiraf ediyorum, pek bir şeyden korkmadım hayatım boyunca. Buna ölüm de dahil. Ama 1.5 milyar insanın arasında yaşamaktan korkuyorum. Denemeye enerjim var mı ondan da emin değilim. Gitmek istediğim bir gerçek ama nereye gitmek istediğim tam bir muamma!
Hindistan'dan korkup Ravi Shankar plağı satın almak ve bu yazıyı yazarken de onu dinlemek, benim dingilliğim olarak kayda geçsin. Ama seviyorum adamın müziğini ne yapabilirim ki. En çok çalmak istediğim aletlerden biri sitar ve sesini de çok severim.

Neyse, yeter bu kadar sızlandığım. Gidip Behzat Ç. izleyeyim.



Bu da Bize Kapak Olsun 9: Demir Demir Midir?

Emrah -Emral ikilisini hatırlatan bir kapakla karşı karşıyayız bu resimde.
Yer yine Feriköy Pazarı. Tarih yine 12 Haziran 2011.
Demir Demirkan mı bu adamın isminden etkilenmiş yoksa bu adam mı Demir Demirkan'dan etkilenmiş, yoksa birbirlerinden hiç haberleri olmamış mı orasını bilemem. Sonuçta ben, çağrışımlar insanıyım. Ama "Kader Bana Düşman mısın?" olması gerekiyormuş. Soru eki olan "mısın" ayrı yazılır.
Çenedeki yumruk, zaten bir uzunçalar klasiği.

Bu da Bize Kapak Olsun 8: Wonder Woman

Bu plağı Feriköy Pazarı'nda gördüm. İçinde müzik olsaydı, düşünmeden alırdım ama içeriği radyo tiyatrosu gibi bir şeydi ve biraz fazla para istedi satan adam. Haklıydı da belki bu konuda. Ben sadece fotoğrafını çekmekle yetinebildim.

Haziran 12, 2011 tarihinde çektim bu fotoğrafı.


12 Haziran 2011 Pazar

Vote For Pedro!

Bugün seçim günü. Ve bana ilk çağrıştırdığı sahne de şu oldu:


Fonda çalan: Faith No More - Digging the Grave



11 Mayıs 2011 Çarşamba

İçimden Öyle Geliyor

Bir dönemim bunlarla uğraşarak geçti.
Çok keyif alıyordum ama artık hiç vakit bulamıyorum. Her şeyi de kendim kaydediyordum evde. Gitar olsun, bass olsun, klavye olsun vs.
Sadece davullar ve efektler için çeşitli sample'lar kullanıyordum.
Keşke yine uğraşacak vaktim ve enerjim olsa.
Ayrıca Cüneyt Arkın repliklerinin de büyük hastasıyımdır.

Find more frozen edo songs at Myspace Music

no happy

şöyle bir şeyler yapmıştım zamanında. Arada izlerken bi' garip oluyorum.


3 Mayıs 2011 Salı

I Had A Dream, Joe Vol.5: John Buscema

Dün gece rüyamda, en sevdiğim çizerlerden biri olan John Buscema'yı gördüm.
Kendisinin hayatımda çok özel bir yeri vardır. Çocukluk dönemi Conan'larımın, değişmez çizeridir ve hemen hemen herkesin kafasındaki Conan figürünü canlandıran adamdır.
Eminim Robert E. Howard, onun çizimlerini görse, yazmaya devam etmeyi tercih ederdi.
Rüyaya gelirsek, festival alanı gibi bir yerde, John Buscema'yı görüyorum ve kendi bastığım kitaplardan birinin ozalit çıktısını gidip imzalatıyorum koşa koşa. Yanında kızı da var ve aynen aşağıdaki fotoğraftaki gibiler.

















Buscema, çok şaşırıyor. Bu baskıyı nereden bulduğumu falan soruyor. Zamanda bir kayma söz konusu ve ben bunu kendisine bir türlü anlatamıyorum. [bu arada rüya da ingilizce].

Hayatımda gördüğüm en keyifli rüyalardan biri olmasına rağmen, bütün gün kolit ağrısı çekmeme engel olamadı.
Bu arada kendisinin çizdiği Belit tiplemesine olan hayranlığımdan dolayı, olası bir kızımın da isim babası sayılacak. Gerçi bunda Belit'in, Conan'ın en büyük aşkı olmasının da payı büyük. Her neyse... Huzur içinde yatsın.

[şu anda bir şey dinlemiyorum. behzat ç.'nin tekrarı var, onu izliyorum bir yandan]

29 Nisan 2011 Cuma

Hate Free Zone 15

"Tanrının cezası kadınlar... Topunu şeytan alsın...
Seninle oynaşırlar...
Sana bakarlar...
Sana, Ay'ı gümüş tabakta sunacaklarına söz verirler...
Ama savaş başladığı an, en yakındaki karanlık köşede titremeye başlarlar
ve seni kendi kurtuluşunla ya da ölümümle başbaşa bırakırlar!"
-Robert E. Howard, Savage Sword of Conan-

Fonda çalan: John Frusciante - Central

17 Şubat 2011 Perşembe

Bu da bize kapak olsun 7: Bebekyüz


Beyoğlu Sahaflar Çarşısı'nda gezerken gördüğüm bir plaktır.

17.02.2011
Çalan: Ravi Shankar - Raga Jogiya

23 Ocak 2011 Pazar

Zamanın Gerisinde Müzik Yapmış Adamlar: KULA SHAKER

Hani bazı müzisyenler ya da gruplar için denir ya "Aaabi adamlar zamanın ötesinde müzik yapmışlar!", bu tabire tam ters istikamette giden bir grup: Kula Shaker.
Mystical Machine Gun şarkısıyla tanışmıştım ilk olarak. Wah pedalının sesi beni hep kavalcının peşinden giden fare gibi hipnotize etmiştir. Bu şarkıda da ziyadesiyle kullanılmıştı wah efekti. Gerçi her halükarda güzel bir şarkıydı ve beni devamını keşfetme konusunda güdülemişti. Ama grubu keşfettikçe, bu efekt pedalını ne kadar güzel ve yerinde kullandıklarını biraz daha görmüş oldum. Yanına bir de Hammond Organ koydukları zaman, beni çoook uzaklara götürebiliyorlardı.
Grup, 1988 yılında, oyuncu bir anne ve yönetmen bir babanın oğlu olan Crispian Mills tarafından, Londra'da kurulmuş. Her ne kadar britpop yaptıkları iddia edilse de bana göre bu adamlar, 70'lerin rock müziğini, o devirde yaşamış bir çok adamdan daha iyi yapıyorlar.
1996 yılında çıkan ilk albümleri K, büyük ses getirip en çok satan albümler arasına girse de bana kalırsa hakettiği ilgiyi görememiş bir albüm (Aynı dönemde ortaya çıkmış olan Oasis gerçeği ile kıyaslayarak bu kanıya vardım diyebilirim).
Sonrasında görmezden gelinmiş bir Summer Sun EP(1997) ve orada yine görmezden gelinmiş Moonshine isimli bir şarkı için de üzülsem mi, sevinsem mi bilemiyorum. Çok sevdiğim şeylerin gizli saklı kalmasından sapıkça bir keyif alıyorum.
1999 yılında Peasents, Pigs and Astronauts albümü geliyor. Mystical Machine Gun klibi MTV'de dönmeye başlıyor vs. Ama o dönemde garip bir söylenti türüyor bu adamlar hakkında:
Hinduizme hatırı sayılır bir merak besleyen bu adamlar, ilk albümden sonra Hindistan'a gidiyorlar. Orayı o kadar çok seviyorlar ki, her şeyden eli ayağı çekip oraya yerleşiyorlar. Ama yapılmış olan anlaşmalar ve ilk albümün satış rakamının gazıyla, Sony Music yetkilileri, Hindistan'a gidiyorlar ve bu abileri kollarından tutup zorla yeni albüm kaydına getiriyorlar.
Wikipedia veya başka bilgi sitelerinde, bu olayın gerçekliğine dair bir kayda rastlamadım. Nereden duyduğumu da hatırladığımı söyleyemem.
Ama bir Hint ilahisi olan Govinda'yı yorumlama ilginçliğini göstermiş olan bir gruptan da böyle bir hareket beklerim açıkçası.
Bu yazının gazına da, geçenlerde kız arkadaşımla birlikte TV izlerken, Tattva klibine rastladığım an geldim. Hindistan seyahatine gitmesine az kaldı ve sanırım oniki günlük özlem sürecinde ne dinleyeceğim de az çok netlik kazanmaya başladı. Uzun zaman olmuştu dinlemeyeli ve bu sayede eski Kula Shaker albümlerinin tozunu almış oldum.
Ki eski albüm demişken, 2010 Nisan'ında da yeni albüm çıkartmışlar. İsmi: Pilgrims Progress. Henüz dinlemedim ama çok merak ediyorum.
http://www.kulashaker.co.uk adresinden görülebilir.
Ben bu yazıyı yazarken, Summer Sun EP'sini loop'a aldım. Özellikle de Raagy One ve Moonshine şarkılarını...