İnsan, en yakın arkadaşlarını bile tanıyamaz oluyor. Sevdiğin bir film yüzünden, dinlediğin bir müzik yüzünden ya da oy verdiğin/vermediğin parti yüzünden, yüzüne söyleyemeyecekleri birçok şeyi patır patır yazabiliyorlar yüzlerce kişinin okuduğu ortamlara.
Sanki Siyaset Meydanı'na katılmışlar da, haklılıklarını bütün izleyicilere kanıtlamak ister gibiler. Özellikle de haksız duruma düşmüşlerse...
Biz seçimler üzerine tartışırken, kız arkadaşımla yediğim meyveli dondurmayı koz olarak kullanmak senin haddine mi düşmüş? Ha diyebilirsiniz ki sen niye bunları buraya yazıyorsun. Git suratına söyle ne söyleyeceksen. Ama bir insanın çemkirmekte zorlanacağı yegane insan türü, yakın arkadaş sevgilisidir. Onlar çirkefleşir ama sen arkadaşın üzülmesin/bozulmasın diye sesini çıkartmazsın pek. Ve o yaratıklar, bu gücün farkında olup, dibine kadar kullanırlar.
Zaten misantropi sıçan bir insanım. Bunları gördükçe, insan denen varlığın, özellikle de şehirde doğup büyümüş, İstanbul dışına hatta Nişantaşı vs. dışına hiç çıkmamış olanlarının ne kadar angutlaşabildiğini bir kez daha farkediyorum.
Her zaman, gitmenin zayıflık olduğu fikrini savundum. Kalıp savaşmak daha cesurca geliyordu. Ama şimdilerde farkediyorum ki, kalıp savaşmak için, ortada savaşmaya değecek bir şeyler olması gerekiyor.
Seçim sonuçlarının bununla hiçbir ilgisi yok. Bir hafta önce nasıl yönetiliyorsak, önümüzdeki 4 sene boyunca da aynı şekilde yönetileceğiz. Tıpkı hakettiğimiz gibi. Bununla bir sorunum yok.
Beni ifrit edenler, insanlar. En yakınında gözüküp, siksok tiplerin gazına gelerek, boktan sebeplerden senin kalbini kıranlar.
Patron gibi gözükmemeye çalışıp, sosyalist söylemlerle ahkam kesip, iş yerinde senin emeğini köküne kadar sömürerek emperyalizmi doya doya yaşayanlar. Pardon da, y*rak gibi bir solcu olacağıma, adam gibi bir faşist olmayı tercih ederim. Ki ne sağ, ne sol herhangi bir fraksyona da zerre ilgi duymuyorum. Ben, yaşamaya çalışıyorum. Benim işim hayatta kalmak.
Ama sen seçimi kazanan insanları, fikirlere saygı göstermemekle suçlarken, en yakın arkadaşına fikirleri yüzünden hakaret ediyorsan, skerler senin sosyal demokratlığını.
Twitter-Facebook üzerinden paylaşılan siyaset bilginizin de amk. Bildiğiniz, yanıldığınıza yetmez. Gün içerisinde, "bunlar beni kızdırmaya yetmez" demiştim. Çok kızmış gibi görünsem de aslında bu kızgınlıktan ziyade, kırgınlık. Şahısları bağlamayan ince bir nefret. İnsanoğlu denen sikko yaratığa karşı duyulan keskin bir nefret.
Hindistan'a gidelim diyor bana, oradaki insanlar çok farklı diyor. Büyük ihtimalle de doğru söylüyor ama ben buradaki 70 milyona katlanamıyorken, 1.5 milyar insan beni çok korkutuyor. İtiraf ediyorum, pek bir şeyden korkmadım hayatım boyunca. Buna ölüm de dahil. Ama 1.5 milyar insanın arasında yaşamaktan korkuyorum. Denemeye enerjim var mı ondan da emin değilim. Gitmek istediğim bir gerçek ama nereye gitmek istediğim tam bir muamma!
Hindistan'dan korkup Ravi Shankar plağı satın almak ve bu yazıyı yazarken de onu dinlemek, benim dingilliğim olarak kayda geçsin. Ama seviyorum adamın müziğini ne yapabilirim ki. En çok çalmak istediğim aletlerden biri sitar ve sesini de çok severim.
Neyse, yeter bu kadar sızlandığım. Gidip Behzat Ç. izleyeyim.