Google Görseller'e tamamen zevzeklik olsun diye, "çizgi roman esnafının yüzü gülüyor" yazıp arattığımda, ilk sırada bu resim çıktı:
Ve ben bu yazıyı koyarken de Motorhead'den March or Die çalıyor.
Değişik oldu tabi.
Tweet
22 Ekim 2012 Pazartesi
3 Ağustos 2012 Cuma
Flipper Kafası
Geçenlerde vapurla Karaköy'den Kadıköy'e geçerken, vapurun az ötesinde, dalıp çıkan yunuslar gördüm. Hayatımda ilk kez tanık olduğum bir şeydi. Aşırı heyecanlandım. Çok mutlu oldum. Hayatta en sevdiğim şeylerden biri belki de hayvanları doğal yaşam alanında gözlemlemek. Kadıköy'deki mendirekte ilk defa tepeli balıkçıl gördüğümde de çok mutlu olmuştum. Ama bu yunus görme olayının bende negatif etkileri de oldu, olmadı değil. Gözümü denizden ayıramıyorum o vapur seferlerinde. Bir daha görürüm umudu yüzünden kafayı yiyeceğim resmen.
Konuyla ilgili de şöyle bir fotoğraf buldum. Haluk Cangökçe adında birinin kişisel sitesinden aldım. Kusuruma bakmaz herhalde ama orada yüzen adama da çok imrendim. Acaba farkında mıydı az ötesinden yunusların geçtiğinin? Ben olsam yarışı falan bırakıp peşlerinden gidebilirdim (fotoğraf, Boğaz'daki yüzme yarışlarından birinde çekilmiş).
Ben bu satırları yazarken Blind Melon'dan Paper Scratcher adlı şarkı dönüyordu ipod'da.
Tweet
Konuyla ilgili de şöyle bir fotoğraf buldum. Haluk Cangökçe adında birinin kişisel sitesinden aldım. Kusuruma bakmaz herhalde ama orada yüzen adama da çok imrendim. Acaba farkında mıydı az ötesinden yunusların geçtiğinin? Ben olsam yarışı falan bırakıp peşlerinden gidebilirdim (fotoğraf, Boğaz'daki yüzme yarışlarından birinde çekilmiş).
Tweet
5 Temmuz 2012 Perşembe
DU HAST!
Dün akşam dergiden çıkıp Tünel'den Karaköy'e doğru yürürken, enstrüman tamircisi Rıfat Usta'ya uğrayayım dedim. Önceden bakım yapılsın diye bıraktığım bir gitarın durumunu soracaktım.
Biz onun dükkanında ayaküstü sohbet ederken içeri bir adam girdi. Adam dediysem, emmi işte. Gri kumaş pantolon, açık renk kısa kollu kareli bir gömlek. Ayağında kunduralar. Beyaz saçlı, bıyıklı. Kahvede okey oynaması gereken ellibeş yaş üstü bir emekli gibi. "Dayı" diye, "emmi" diye hitap ettiğimiz adamlardan biri. Herneyse... O sırada kulaklığı boynuma asmışım ama aypodu durdurmamışım. Kendince çalmaya devam ediyor, farkında değilmişim. Bu içeri giren dayı, müziğe kulak kabartıp "Rammstein mı dinliyorsun?" diyince irkildim. "Ha? Ee.. Evet" falan diye afallarken ben, "Çok acaip grup, çok iyi" yorumuyla beni Alacakaranlık Kuşağı'na sürükledi iyiden iyiye. "Eee... Evet işte ben de yeni yeni sarmaya başladım ehe ehe" falan diyip şaşkınlığımı çok da belli etmemeye çalıştım. Sonra Rıfat Usta bana üzerinde Jimi Hendrix resmi olan bir pena hediye etti. Bir tarafında da Jimi Plays Monterey yazıyordu ki bu olay bana geçmişte başıma gelen benzer başka bir hikayeyi hatırlattı:
Sene 97-98 falan... İstanbul Üniversitesi yılları... O sıralar okula daha sıklıkla gidiyorum. Genellikle de Eminönü üzerinden. Bu gidişlerden birinde Tahtakale'den veya oralardan bir yerden, Zippo benzini almışım bir ufak teneke. Çantama atmışım. Okula yan kapıdan girmeye çalışırken, rutin üst-baş-çanta aramasında, güvenlik görevlisi "Bunu okula sokamazsın" dedi. Dedim, "okulu Zippo gazıyla yakacak halim yok herhalde. Çakmağımın gazı bitti, onun için aldım". Dedi ki, "yanıcı madde sokamazsın". "E kibrit, çakmak sokabiliyoruz ama vs." tartışması uzamadı daha fazla. Adam aldı gazı. "Çıkarken alırsın bu güvenlik kulübesinden" dedi.
Akşamüstü çıkışta gittim aynı kapıya. Adam değişmiş. 45 yaşlarında, saçlarını yana taramış, kolormatik gözlüklü, hafif toraman bir abi duruyor kapıda. O da bir nevi "dayı". Önceki 30 yaşında ya vardı, ya yoktu. Herneyse, ben bu abiye gidip "benim Zippo gazıma el koymuştu sabahki arkadaş. Onu alabilir miyim?" dedim. Ve adamdan aynen şöyle bir cevap geldi:
"Aaaa? O senin miydi ya? Ben de bakıyorum saatlerdir kim bırakmış bunu buraya diye. Zippo benzini ha? Siz bilmezsiniz, rahmetli Jimi Hendrix, Monterey konserinde, gitarın üzerine zippo gazı döküp ateşe vermişti. Bende VHS kasetleri durur hala. Çok büyük adamdı ama siz tanımazsınız, bilmezsiniz."
Ben yine afallamış bir halde "abi bilmez miyim? hastasıyım kendisinin ekek mekek" diye garip sesler çıkartarak uzaklaştım oradan. Ve ister inanın, ister inanmayın o adamı bir daha hiç görmedim. Ne yan kapıda, ne ön kapıda.
Fonda: Massive Attack - Better Things Tweet
Biz onun dükkanında ayaküstü sohbet ederken içeri bir adam girdi. Adam dediysem, emmi işte. Gri kumaş pantolon, açık renk kısa kollu kareli bir gömlek. Ayağında kunduralar. Beyaz saçlı, bıyıklı. Kahvede okey oynaması gereken ellibeş yaş üstü bir emekli gibi. "Dayı" diye, "emmi" diye hitap ettiğimiz adamlardan biri. Herneyse... O sırada kulaklığı boynuma asmışım ama aypodu durdurmamışım. Kendince çalmaya devam ediyor, farkında değilmişim. Bu içeri giren dayı, müziğe kulak kabartıp "Rammstein mı dinliyorsun?" diyince irkildim. "Ha? Ee.. Evet" falan diye afallarken ben, "Çok acaip grup, çok iyi" yorumuyla beni Alacakaranlık Kuşağı'na sürükledi iyiden iyiye. "Eee... Evet işte ben de yeni yeni sarmaya başladım ehe ehe" falan diyip şaşkınlığımı çok da belli etmemeye çalıştım. Sonra Rıfat Usta bana üzerinde Jimi Hendrix resmi olan bir pena hediye etti. Bir tarafında da Jimi Plays Monterey yazıyordu ki bu olay bana geçmişte başıma gelen benzer başka bir hikayeyi hatırlattı:
Sene 97-98 falan... İstanbul Üniversitesi yılları... O sıralar okula daha sıklıkla gidiyorum. Genellikle de Eminönü üzerinden. Bu gidişlerden birinde Tahtakale'den veya oralardan bir yerden, Zippo benzini almışım bir ufak teneke. Çantama atmışım. Okula yan kapıdan girmeye çalışırken, rutin üst-baş-çanta aramasında, güvenlik görevlisi "Bunu okula sokamazsın" dedi. Dedim, "okulu Zippo gazıyla yakacak halim yok herhalde. Çakmağımın gazı bitti, onun için aldım". Dedi ki, "yanıcı madde sokamazsın". "E kibrit, çakmak sokabiliyoruz ama vs." tartışması uzamadı daha fazla. Adam aldı gazı. "Çıkarken alırsın bu güvenlik kulübesinden" dedi.
Akşamüstü çıkışta gittim aynı kapıya. Adam değişmiş. 45 yaşlarında, saçlarını yana taramış, kolormatik gözlüklü, hafif toraman bir abi duruyor kapıda. O da bir nevi "dayı". Önceki 30 yaşında ya vardı, ya yoktu. Herneyse, ben bu abiye gidip "benim Zippo gazıma el koymuştu sabahki arkadaş. Onu alabilir miyim?" dedim. Ve adamdan aynen şöyle bir cevap geldi:
"Aaaa? O senin miydi ya? Ben de bakıyorum saatlerdir kim bırakmış bunu buraya diye. Zippo benzini ha? Siz bilmezsiniz, rahmetli Jimi Hendrix, Monterey konserinde, gitarın üzerine zippo gazı döküp ateşe vermişti. Bende VHS kasetleri durur hala. Çok büyük adamdı ama siz tanımazsınız, bilmezsiniz."
Ben yine afallamış bir halde "abi bilmez miyim? hastasıyım kendisinin ekek mekek" diye garip sesler çıkartarak uzaklaştım oradan. Ve ister inanın, ister inanmayın o adamı bir daha hiç görmedim. Ne yan kapıda, ne ön kapıda.
Fonda: Massive Attack - Better Things Tweet
24 Şubat 2012 Cuma
I Had A Dream, Joe Vol.7: Same Everyday
Detaylarını buraya yazmak istemesem de, aynı hafta içerisinde birbirine benzer üç rüya görmek hiç normal değilmiş gibi geliyor. Hatta sürekli aynı rüyayı görme kafası sadece filmlerde olur zannederdim. Ama ruh hastası bir durummuş gerçekten.
Neyse ki kötü şeyler değildi gördüklerim ama sık tekrarlanınca, rüya-gerçek arası geçişler çok saçma oluyor. Neyse şimdilik bu kadar.
Nowplaying: Nick Cave and the Bad Seeds - Red Right Hand Tweet
Neyse ki kötü şeyler değildi gördüklerim ama sık tekrarlanınca, rüya-gerçek arası geçişler çok saçma oluyor. Neyse şimdilik bu kadar.
Nowplaying: Nick Cave and the Bad Seeds - Red Right Hand Tweet
17 Şubat 2012 Cuma
Loop Kafası 8: Kıyametin Sağ Eli
Dünyadaki en büyük Nick Cave hayranı değilimdir ama çok severim kendisini. Bu seriye ikinci defa bir Bad Seeds şarkısıyla girmemin sebebi bu değil. Bunu belirtmek istedim.
Tweet
Bu ara çeşitli sebeplerden dolayı sürekli Nick Cave and the Bad Seeds dinliyorum. Hem de en damar olanlarından gidiyorum... Ama yazmak için şimdilik bu şarkıyı seçtim. Nedenini de bilmiyorum. Belki de random mode'da çalarken bu şarkı denk gelmiştir yazmaya karar verdiğimde.
Standart bir Nick Cave tarzı öykü anlatımı var bu şarkıda da... Esasen John Milton'un Paradise Lost metinlerinde geçen bir tasvir, Red Right Hand. "Vengeful Hand of God" olarak tanımlanıyor. Yani bizdeki tabiriyle "Allah'ın Sopası" gibi bir şey. Başlıktaki isim, benim benzer temalı bir Hellboy hikayesine yaptığım bir gönderme. Türkçe'ye "Kıyametin Sağ Eli" olarak geçmiş olan "Right Hand of Doom" öyküsü aklıma geliyor bu şarkıda hep.
Şarkıda da uzun bir pardesü giyen bir adamdan bahsediyor. Gizemli, karizmatik, ürkütücü bir adam... Pardesüsünün içindeki sağ eli, kırmızı... Yeşil kağıtları tuttuğu sağ eli, kırmızı... Katastrofik planlar yaparken kullandığı sağ eli, kırmızı...
Çok güzel bir bass riff'i ile başlıyor şarkı ve belki de en sevdiğim klavye tonlarını barındırıyor içinde...
Kendi içinde bir soundtrack gibi bir şarkı. Çoğu Nick Cave şarkısında olduğu gibi, yağmurlu ve ya kapalı bir hava var bunda da...
Sonuç olarak, ben bu satırları yazarken, fonda sırasıyla:
Red Right Hand
John Finn's Wife
Mercy Seat
Weeping Song
Do You Love Me?
çaldı... Belki bir gün, bana eşlik eden diğer şarkılar için de bir şeyler yazmayı denerim.
Kim bilir?
Şarkının klibi için:
Etiketler:
hellboy,
nick cave,
nick cave and the bad seeds,
red right hand,
right hand of doom
31 Ocak 2012 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)