Yine bir Seda Niğbolu güzellemesi.
Yorumsuz.
Fonda: Overmars - Lonely Angel (kötü şarkıymış bu arada) Tweet
Güncel Tespit ve Kişisel Nefret İçerir
İki gündür elimden kaçıp buzdolabının arkasına saklanan ibne kakalak, buzdolabının yanındaki boşlukta yaşayan Joshua'nın elinden kurtulamamış.
New Model Army - No Pain
Hayatı boyunca şehirde yaşamış adamların doğa aşkı bana çok sahte geliyor. Bu adamlar, doğa aşığı ve ekolojik duyarlı kafasına girip, cırcır böceği sesinden rahatsız oluyorlar. Hayvansever geçinip evlerinde hayvan besliyorlar ama sokakta bir köpek gördüklerinde "aman bu pirelidir şimdi" diyip köşe bucak kaçışıyorlar. Bunların hepsi deneyim ve gözlemlerle sabit.
Bunları alıp Torosların tepesinde bir dağ evine kapatasım geliyor çoğu zaman. Ki bunların, denizde bacağına ufacık bir balık değdiğinde çığlık atanlarını da gördüm; tatilde yemek yerken, tepemizdeki asmadan masamıza düşen tırtılı görünce öğürenlerini de... Bir de ben o tırtılla oynamaya başlayınca "5 yaşında çocuk gibisin" yaftası yapıştırıyorlar utanmadan. Tırtıla acımasam, direk burunlarına sokacağım.
İşte bu yüzden hayvanları daha çok seviyorum. Sana olan duyguları korkmak ve korkmamaktan öteye gitmiyor.
Yakında, tatilde gördüğüm hayvanların fotoğraflarını da koyacağım buraya. Çok güzeller.
Stratus - Vapour
Eski backup cd'lerini kurcalarken, blog olayını keşfetmediğim bir döneme ait word dosyasını buldum. Blog niyetine kullanıyormuşum sanırım. Çok fazla bir şey de yazmamışım gerçi. Noktasına dokunmadan aynen yapıştırıyorum buraya:
Küçükken, Pazar sabahları erken uyanmış olsam bile yataktan çıkmaz ve uyuma numarası yapardım eğer babam uyanmadıysa... Çünkü daha ben kendime gelmeden hemen gazete ve ekmek almaya gönderirdi beni ve ben adam gibi gazeteler almak isterken o hep uyduruk bulvar gazeteleri aldırırdı at yarışı sayfaları için..
Utanırdım ben bakkaldan o gazeteleri istemeye... O yüzden yataktan dinlerdim sokak kapısının açılma ve kapanma sesini...
Kendi gidip alsın diye...Netekim ilk o uyandıysa beklemezdi bizim uyanmamızı gider alırdı gazetesini ekmeğini falan.....
6/12/2001
Thom Yorke’un okuldayken lakabı semendermiş... gözündeki lazy-eye hastalığı yüzünden (türkçesini bilmiyorum)
Eski bir uygarlıkta (hangisi olduğunu hatırlamıyorum) semenderlerin ateşten çıkıp geldiğine inanılırmış...
7/12/2001
1982
Ya 1982 ye giriyorduk ya da 1984 e....yılbaşı gecesi... siyah beyaz TV
TRT tek kanal....bi atraksiyon yapmıştı trt ...1981 (ya da 1983) i yaşlı hırpani giyinimli bir amca canlandırıyordu...korkmuştum o amcadan o 4 yaşımdaki aklımla... ama çok ürkünç bi görüntüsü vardı o amcanın...sonra o gitti ,yerine 1982(ya da 1984) ü temsilen benim yaşlarda bi çocuk geldi sahneye..sevindirik olduk yeni yıl geldi diye...
9/12/2001
Bugün traş köpüğü aldım...Arko... Üzerinde “Günaydın!” yazıyor...
Ne ilginç sabahları traş olurken size bi köpük tüpünün “günaydın!” demesi..
“sana da günaydın!” diyesi geliyor insanın..
bi de ingilizcesini yazmışar tüpün diğer tarafına..”good morning!” ...
thanx...
10/12/2001
Mersin’de Zehra’yla tantunicide otururken Unbeliveable Truth çalmaya başladı. Hem de yerel bir radyo kanalı olan Mersin FM den. Ben bu dumurun keyfini çıkartırken Zehra ilk önce annesinin adı Bülent, babasının adı Özge olan bir arkadaşından bahsetti. Bu da yatmezmiş gibi babasının marketinde parfumeri reyonunda durduğu bir gün deodorantın kokusuna bakmak için burun deliğine sıkan bir adamdan bahsetti ki benim için bir dumur hat-trick i oldu bu.
9-01-2002 Çarşamba
18:40 (Tarsus)
Gecen gün bindigim takside sofor ilginç bir olay anlattı. “abi az önce taksiye enistem ve manitası bindi .“ dedi.”ne yapacagimi sasirdim.” Dedi. Sanirim kızkardeşinin kocasindan bahsediyordu. Koca İstanbul’da binecek baska taksi bulamamış sanırım. Çok sinirliydi şöför.
Bunu bana neden anlattigi konusunda da hiçbir fikrim yok. Daha da ilginci binen enişte şöförün, kayınbiraderi oldugunu farketmemiş.
20-2-2002
Çarşamba 04:33
Boa - For Jasmine (o yıllara dair bir şarkı olsun istedim fonda) Tweet
Tatilde ne öğrendik?
İki tip insan var:
Turist kafalılar ve tatilci kafalılar. Ben turist kafalı olanlardanım. Gezmeyi seviyorum. Ama tatilci olanlar oturdukları minderden kıpırdayamıyorlar.
Sepultura - We Who Are Not As Others (uzun zaman sonra nereden estiyse... ama iyi mi geldi ne?)
TweetTophane'den Galatasaray'a doğru yanında yaşlı annesiyle yürüyen bir apaçinin üzerindeki tişörtte yazan yazı: I'm with Dickhead
Testament tişörtüyle pazarda gezen teyzenin tahtını elinden almaya adaydır.
Simple Minds - Homosapien
TweetArabayla Assos'tan ayrılıp Ayvacık istikametine giderken, sol taraftaki trafik levhalarından birinin arkasına sprey boyayla yazılan şu cümleyi gördüm: TEK SUÇUM NENİ SEVMEK!
Sprey boyayla typo hatası yapanı da ilk kez görmüş oldum.
Them Crooked Vultures - Reptiles
Uzun aradan sonra dün gece rüyamda gördüm. Koltukta oturuyordu. Hastaydı. Ama hayattaydı. Koştum sarıldım. "Dede seninle bir kadeh içki içemedik bir türlü heh heh" diye takıldım kendisine. (ki gerçek hayatta böyle kankavari konuşmak sıkardı) Sonra (özlemişim sanırım), ağladım falan galiba. Bok gibi uyanıverdim. Bütün gün de gözümün önünden gitmedi.
Belki dinleseydi severdi (belki de dinlemişti ama benim haberim yoktu): Ravel - Bolero
(Keşke bir fotoğrafını tarayıp bilgisayara atsaymışım. Belki ileride yaparım)
Public Enemy #1
2 Unlimited
We 3
Fantastic 4
Jackson 5
Sinister 6
Magnificent 7
DV 8
9 Inch Nails
Perfect 10
Winning 11
Ocean's 12
Friday the 13th
14 Years
Little 15
niye bu kafaya girdim bilemedim ama esti işte öyle.
Queens of the Stone Age - Goin' Out West
Tabii ki ben yazmadım bunu! Ne yazık ki benim için de yazılmamış. Google sağolsun.
Arctic Monkeys - Cornerstone
Conan: "İYİ BİR KADIN, BU TOPRAKLARDA, DÜRÜST BİR ADAM KADAR AZ BULUNUR -- VE ÇOK DAHA DEĞERLİDİR!"
-Barbar Conan'ın Vahşi Kılıcı 3, Sayfa 47
Çalan: Stevie Wonder - You and I
Gelecekten bir kare gibi çıktı karşıma. Belki ileride bu da olur. Neden olmasın?
Alıntı: Wolverine Weapon X #12
Yazan: Jason Aaron
Çizen: Ron Garney
Çalan: Dirty Projectors - Cannibal Resource
Ama bazen de şunu diyor: He loves no one else
Bunları yazarken, şarkı 6. turunu atıyor sahanın çevresinde...
Kanımda ise yaklaşık 35cl Rakı, ne tarafa gideceğini bilmez bir halde gezinmekte.
Bu blog girişinin rengi, sarıydı...
- Pardon, buralarda bir dil kursu var mı?
- Neyce öğrenmek istediğinize bağlı.
Kişisel not: Soru sorulmasından pek haz etmiyorum sanırım.
Black Label+Kabuklu Badem+QOTSA - Give The Mule What He Wants
Çevremde bir kısım insan var ki ciddi anlamda telefon kullanma özürlü.
Bu adamlar sürekli telefon bozar, kaybeder, çaldırır, evde unutur vs.vs.
Kadınlar, sanırım bir şekilde, bu adamları enteresan buluyor olsalar gerek; "aa ne rahat adam, işte materyalizmden uzak ve asi bir ruh, aman allahım ne kadar marjinal" falan diye düşünüyorlar diye tahmin etmekteyim.
Ama kişisel gözlemlerim bir müddet sonra bu karizmanın "neden telefonunu duymadın? telefonun neden kapalıydı? telefonunu neden evde unuttun?" tarzı gerilimlerle elde patladığı sonucunu çıkarttı. Yani bu vurdumduymaz ve asi tavır, ciddi bir ilişki içerisine girildiği an ciddi bir kaosa sebebiyet veriyor. İyi de oluyor.
Peki bu kimin sorunu?
Benim değil açıkçası. Dediğim gibi güncel tespit ve kişisel nefret içerir. Ben sadece en acil durumlarda arayıp da ulaşamadığıma sinir olurum ve geçer gider.
Ama asıl sinir olduğum nokta, ulaşılabilir olmanın dayanılmaz ağırlığıdır. Telefon kullanıyorsan, kullanıyorsundur. Bazen kırasım geliyor olsa da, yine de iletişim güzel bir şeydir.
Led Zeppelin'den Communication Breakdown çalıyor demeliydim belki ama malesef winamp "Black Sabbath-Sabbra Cadabra"yı uygun gördü.
Bu şarkıyla tanışmam, 2003 civarıydı diye hatırlıyorum. O zamanlar internet bağlantısı ev telefonundan bozmaydı ve cd fiyatları da halliceydi. Ki zaten bir çok albüm de buralara gelmezdi.
Doğal olarak da sokaklarda korsan CD tezgahları boy vermekteydi. Teşvikiye Camii önünde bekleyen çok acaip bir adam vardı ki kendisinden çok beslenmişimdir müzik konusunda.
Kendisinden aldığım onlarca enteresan albümün arasında Aphex Twin'in 26 Mixes For Cash albümü de vardı. Bir söylentiye göre, Madonna kendisine yüksek bir meblağ karşılığında, şarkılarından birini remixlemesi teklifinde bulunmuş ama Richard D. James'in bu teklifi elinin tersiyle itmesi yetmiyormuş gibi, bir de ayar verircesine, kimsenin ciddiye almadığı, "underrated" 26 şarkı seçmiş ve bunları zevk için remixleyerek bu 2cdlik albümü çıkartmış.
Konumuza dönersek, ben o albümün içinde direk Gentle People'ın Journey şarkısına yaptığı remixe tav oldum. Ama öyle böyle bir tav olmak değil. Altı seneden fazladır kesintisiz dinliyorum.
Gizli Bahçe' de Tayfun çalardı o yıllarda Pazartesi geceleri... Bir gün cd çantasının içinde tesadüfen bu albümü gördüm ve yalvar yakar, kapanışı bu şarkıyla yaptırdım. Uzunca bir müddet, benim orada olduğum her gece, Tayfun barı bu şarkıyla kapattı.
Bu şarkının genel olarak bana yaptığı yüklemeler:
1) Engin okyanus görüntüsü... Ve mümkünse kuyruklarıyla dalgaları döven mavi balinalar olsun ortamda.
2) Bitmek bilmeyen bir yol. Arabayla, yaz aylarından birinde, güneşin altında denize doğru giden bir yol. Ama renkler 70'lerden kalan fotoğraflar gibi canlanıyor gözümde.
3) Yine aynı renk tonlamasıyla, sahilde bir şemsiyenin altında kafada hasır şapkayla oturmak. Ara ara buz gibi biralar içmek. Dalgaların sahile vurması. Vs.vs.vs.
Zaten demiyor mu
This trip is an endless dream,
We are takin' you on a journey
(Bu sırada şarkı 3. turunu atmaktaydı kendi içerisinde)
Öyle bir moddayım ki, "Bitse de gitsek" kafasından çıkamıyorum bir türlü. Alkolden şımardım resmen ama başka türlü de uyuyamıyorum ki. Sürekli midemde bir yumrukla gezmekten de yoruldum.
Yanlışı nerede yaptığımı bulamıyorum bir türlü. Ben mi bütün gerizekalıları buluyorum, bütün gerizekalılar mı beni buluyor?
Belki de gerizekalının önde gideni, bizzat benimdir. Geri kalan herkes çok normaldir.
Gidip biraz Call of Duty oynayayım.
Interpol - Take You On A Cruise
Tweetİnsanların, Apple ürünlerine, ülke gündeminden ya da herhangi bir şeyden daha fazla önem vermesine sinir oluyorum. Tüketimin bu kadar kölesi olmak, "aaa apple yeni ürün tanıtacakmış, hadi saatlerce onun açıklanmasını bekleyelim" diye kanırtmak falan bana göre şeyler değil sanırım.
İnsanlara "Herkes aynı şeyleri sevmek zorunda değil, zaten öyle olsa tek tip filmler izler, tek tip kitaplar okur, tek bir tür müzik dinlerdik" vaazını vermekten yoruldum. Bu vaazı yemelerinin sebebi, sürekli, sevmediğim şeyler yüzünden beni yargılamaları. Köşeli bir insanım... Yerse...
Sokak hayvanlarına sürekli yardım etme olayına da karşıyım. Hayvanın doğal hayatta kalma içgüdüsüne insan eli değmesin. Hayatta kalmayı becerebilen, bir sonraki nesillere daha güçlü tohumlar bıraksın. Hayatta kalacak kadar güçlü, çevik ya da kurnaz değilse de ölmesinde bir sakınca yok. Ve kimse hayvanları benden daha fazla sevdiğini iddia da etmesin. O hayvan kartondan evlere, yapay mamalara alıştığı zaman, soğukta sığınacak yer bulma ve avlanma yetilerini yitirecek. Madem o kadar seviyorsun, önüne bir tas su koymak yerine evine alıp beslemeyi dene. Bu şeye benziyor,"Biz bir ülkeye girdik, oradaki yerli halkın ağzına sıçtık, şimdi de orası için yardım konserleri düzenliyoruz". Madem bu hayvanlara dünyayı dar ettik, bari bırakalım da o dar ettiğimiz dünyada hayatta kalmayı öğrensinler. Medeni dünyanın herşeyi yapay olduğu gibi, hayvan ve doğa sevgisi de yapay tabii ki.
Evet, bu düşünceler bir çoğuna vahşice gelebilir. Ama doğa zaten vahşi bir şey. Ona müdahale etmek bizim haddimize düşmez. Hiçbir şeyi sevmek zorunda da değilim. Ben seni Primus sevmiyorsun diye yargılamıyorsam, sen de beni Depeche Mode sevmiyorum diye yargılayamazsın. Ben seni Conan filmlerini sevmiyorsun diye yargılamıyorsam, sen de beni Fatih Akın filmlerini sevmiyorum diye yargılayamazsın. Ben seni Punisher okumuyorsun diye yargılamıyorsam, sen de beni Sandman'den nefret ediyorum diye yargılayamazsın. Bu böyle daha çooook uzar gider.
Ki bu arada film festivali nefretime de laf eden insanlar oluyor. Ama benim için festival şöyle bir şey: "O kadar boktan bir film çektim ki, adı sanat filmi oldu". Ve bu film festivalde oynadığı zaman otomatikman enetellektüel bir filme dönüşüyor. Eminim Rambo IV filmi başka bir isimle festivalde oynasaydı, "Güney Asya'da yaşanan şiddet olaylarına göndermelerle dolu" yorumları yapılırdı. Bu yazdıklarımdan, "festivalde oynayan bütün filmler kötüdür" dediğimi zanneden dümdüz adamlar da çıkacaktır. Onları da şeytan alsın!
Evet bu sefer kombo bir nefret kusma durumu oldu.
Ben bunları yazarken sırasıyla
Cinematic Orchestra - Night of the Iguana
ve
Simple Minds - Theme For Great Cities
çaldı winamp. Nabza göre şerbet oldu direk.
gittigidiyor sayfasından printscreen durumu.
Sayfayı gösteren: Sinan Ural
Fonda Çalan: Primus-DMV
TweetRüyada Sarı, bir dilim tost ekmeği üzerine bir dilim beyaz peynir koymuş bana beslenme hazırlıyor gün için. Okula gitmeye hazırlanıyor bir yandan. Ama beslenme çantası Sergen Yalçın şeklinde!!!
Bilinçaltıma ettiğim küfürler ele avuca gelir gibi değil. Ama direk piyasaya süresim var o beslenme çantalarından. Süperdi dizayn olarak.
David Bowie - Saviour Machine
TweetDün çok şahane iki sürçmeye tanık olduk:
1. Cenkins adamın birine "kredi kartalı ile mi ödeyeceksin?" gibi bir şey dedi.
2. Akşam İlke'ye Creepy hardcover kitaplarından bahsederken "hani Creepy serisi var ya hardcore olarak basılanlar" dedim.
kah güldük kah eğlendik.
Nick Cave and the Bad Seeds - When I First Came To Town
TweetBugün İlke anlattı. Geçtiğimiz günlerin birinde Sadi Güran ile aynı masada oturup içmişler. Sadi benimle ilk karşılaşmasında kendisini kalayladığımdan bahsetmiş ki olay da şu şekilde cereyan ediyor:
Kendisi dükkana geliyor ve "Netame satılıyor mu?" tarzı bir soru soruyor.
Ben kendisini ilk etapta tanımıyorum ve lavuğun biri geldi kitaba bok atmaya çalışıyor zannedip: "Gayet güzel bir kitap. Niye satılamasın ki? Alla alla!!!" şeklinde arıza bir cevap veriyorum.
Demiyor ki "O kitabı yapanlardan biri benim". Bunu dese, oracıkta yerin dibine gireceğim zaten.
Bunu da gidip en yakın arkadaşlarımdan birine anlatmış olması enteresan ve komik olmuş gerçi.
Ki sonradan buzları erittik. Bana kitap hediye etti. Ben imzalattım vs. vs.
Ama işte Logan kafası böyle bir şey. Ulaş ne güzel demişti: Fevri Mutant diye.
Tortoise - Seneca
TweetDinlediğim ilk Nick Cave şarkısı Do you love me? olmuştu. MTV Türkiye'ye yeni gelmişti. Biz lisenin son demlerini yaşıyorduk. Gece gündüz klip falan izlediğimiz bir dönemdi. Bu şarkının klibini izlediğimde "ne acaipmiş" dediğimi hatırlıyorum. Yumurta topuk ayakkabıları ve asık suratıyla danseden Nick Cave beni bir hayli şaşırtmıştı açıkçası.
Sonra İstanbul'a geldik. Elime Henry's Dream albümü geçti. Tam anlamıyla kilometre taşlarımdan biri oldu bu albüm. Uzunca bir süre gece- gündüz dinledim. Ama albümde bir şarkı vardı ki, direk sıyrılıp kendine ayrı bir yer edindi: John Finn's Wife.
Şarkının sözleri pulp bir hikayeymişçesine akıp gidiyor. Nakarat gibi bir kafa zaten yok. Ama Nick Cave bu şarkıyı o kadar hissederek söylüyor ki, gerçekten John Finn'i öldürmüş olduğunu düşünüyor insan. Keman sesinden pek de hazetmeyen benim bile tüylerimi diken diken edebilecek bir keman partisyonu var şarkıda. Sakin sakin anlatmaya başlarken, tansiyonu o kadar güzel yükseltiyor ki, sözleri dinlerken o sahne gözümün önünde canlanıyor.
Çok uzun zamandır dinlemiyordum. Sonra birden kafamın içinde dönmeye başladı. Hemen loop'a aldım şarkıyı. Ben bunları yazarken üçüncü defa çalıyordu ama şimdi dört olacak. Yanına bir shot da scotch whisky alacak ve hikaye bir kez daha akacak.
Fotoğraf: John Finn's Wife by Stuart Crawford
Saçma sapan bir rüya görerek uyandım.
Mekan: Gon
İçerisi kalabalık ama bir sürü hiphopçu var içerde. Hepsi o yorgan gibi, uyku tulumu gibi montlarını giymişler, hışır hışır geziyorlar içerde. Adım atacak yer yok.
Ve birden berserk moduna geçen ben, "ÇIKARIN ULAN MONTLARINIZI" şeklinde bağırarak adamların üzerine Wolverine uçuşu yapıyorum. Hepsinin montlar çıktıktan sonra içerisi bir anda ferahlıyor. Yerden %50 kazanç resmen. O hışır hışır ses de yok. Huzur var.
Basil Poledouris - Leaving~The Search
Red Room - Le Paradis
Dinlemektan asla bıkmadığım ya da bıkmayacağım şarkıların bayrak taşıyanlarında biri: Unkle-Keys To The Kingdom. Albümün adı War Stories. Agresif/Depresif zamanlarımın vazgeçilmezi. Vokaller falan zaten tarif edilemez güzellikte. Sözler de öyle.
Çok da anlatamadım derdimi ama işte benim "kingdom" kelimesine olan takıntımla da alakası var biraz. Daha önce de "My Kingdom" dan bahsetmiştim.
Bir gün kendi krallığımı kuracağım ve anahtarı sadece bende olacak.
Bir de güzel klibi var bu şarkının. Tam hayal ettiğim gibi:
Ve diyor ki:
"And I'm caught in a space between my head and my face again"
Hoka-Hey! © 2008. Blog design by Randomness!