20 Ekim 2010 Çarşamba

Ümüt


Yine bir Seda Niğbolu güzellemesi.

Yorumsuz.

Fonda: Overmars - Lonely Angel (kötü şarkıymış bu arada)

Sünger Bob

Bu resmi, Berlin'den Seda çekmiş ve blogumda kullanmam için bana gönderdi.

Bunu bir Alman yazmaz. Olsa olsa bir Alamancıdır diye düşünüyorum.


Fonda: Overmars - Black Wheel

19 Ekim 2010 Salı

That's My Boy!


İki gündür elimden kaçıp buzdolabının arkasına saklanan ibne kakalak, buzdolabının yanındaki boşlukta yaşayan Joshua'nın elinden kurtulamamış.

New Model Army - No Pain


16 Ekim 2010 Cumartesi

Use the Force!

Sabah Beşiktaş'tan gelirken, yolumun üzerindeki bir patiseri/fırından poğaça alayım dedim. İçerideki tezgahın arkasında, patiseri/fırının iki çalışanı birbirleriyle tartışıyorlar. Ve biri diğerine şu cümleyi kuruyor: "Arkadaş, senin bağladığın bütün müşteriler sorunlu çıkıyor. Gücünü kullanamıyorsun!"
(nasıl bir güçten bahsettiğini hala merak etmekteyim)


Hidden Orchestra - Out of Nowhere

Dil Peltesi 3

İlke Keskin'den geliyor: "Biz bunlarla oturduk kafaları içiyoruz..."

Çalan çok alakasız: Hidden Orchestra - Antiphon

16 Eylül 2010 Perşembe

Bu da bize kapak olsun 6: Very best of...

Beyoğlu Sahaflar Festivali'nde plakları eşelerken böyle bir kapakla karşılaştım:

Roberto Carlos!

Çalan: Ez3kiel - Alienation


17 Ağustos 2010 Salı

Hate Free Zone 14: Nature Boy

Hayatı boyunca şehirde yaşamış adamların doğa aşkı bana çok sahte geliyor. Bu adamlar, doğa aşığı ve ekolojik duyarlı kafasına girip, cırcır böceği sesinden rahatsız oluyorlar. Hayvansever geçinip evlerinde hayvan besliyorlar ama sokakta bir köpek gördüklerinde "aman bu pirelidir şimdi" diyip köşe bucak kaçışıyorlar. Bunların hepsi deneyim ve gözlemlerle sabit. 
Bunları alıp Torosların tepesinde bir dağ evine kapatasım geliyor çoğu zaman. Ki bunların, denizde bacağına ufacık bir balık değdiğinde çığlık atanlarını da gördüm; tatilde yemek yerken, tepemizdeki asmadan masamıza düşen tırtılı görünce öğürenlerini de... Bir de ben o tırtılla oynamaya başlayınca "5 yaşında çocuk gibisin" yaftası yapıştırıyorlar utanmadan. Tırtıla acımasam, direk burunlarına sokacağım. 
İşte bu yüzden hayvanları daha çok seviyorum. Sana olan duyguları korkmak ve korkmamaktan öteye gitmiyor. 
Yakında, tatilde gördüğüm hayvanların fotoğraflarını da koyacağım buraya. Çok güzeller.

Stratus - Vapour


16 Ağustos 2010 Pazartesi

2001-2002 Sezonu

Eski backup cd'lerini kurcalarken, blog olayını keşfetmediğim bir döneme ait word dosyasını buldum. Blog niyetine kullanıyormuşum sanırım. Çok fazla bir şey de yazmamışım gerçi. Noktasına dokunmadan aynen yapıştırıyorum buraya:

GAZETE

 

Küçükken, Pazar sabahları erken uyanmış olsam bile yataktan çıkmaz ve uyuma numarası yapardım eğer babam uyanmadıysa... Çünkü daha ben kendime gelmeden hemen gazete ve ekmek almaya gönderirdi beni ve ben adam gibi gazeteler almak isterken o hep uyduruk bulvar gazeteleri aldırırdı at yarışı sayfaları için..

Utanırdım ben bakkaldan o gazeteleri istemeye... O yüzden yataktan dinlerdim sokak kapısının açılma ve kapanma sesini...

Kendi gidip alsın diye...Netekim ilk o uyandıysa beklemezdi bizim uyanmamızı gider alırdı gazetesini ekmeğini falan.....

6/12/2001

 

SEMENDER

 

Thom Yorke’un okuldayken lakabı semendermiş... gözündeki lazy-eye hastalığı yüzünden (türkçesini bilmiyorum)

 

Eski bir uygarlıkta (hangisi olduğunu hatırlamıyorum) semenderlerin ateşten çıkıp geldiğine inanılırmış...

7/12/2001

 

1982

 

Ya 1982 ye giriyorduk ya da 1984 e....yılbaşı gecesi... siyah beyaz TV

TRT tek kanal....bi atraksiyon yapmıştı trt ...1981 (ya da 1983) i  yaşlı hırpani giyinimli bir amca canlandırıyordu...korkmuştum o amcadan o 4 yaşımdaki aklımla... ama çok ürkünç bi görüntüsü vardı o amcanın...sonra o gitti ,yerine 1982(ya da 1984) ü temsilen benim yaşlarda bi çocuk geldi sahneye..sevindirik olduk yeni yıl geldi diye...

9/12/2001

 

GUNAYDIN

 

Bugün traş köpüğü aldım...Arko... Üzerinde “Günaydın!” yazıyor...

Ne ilginç sabahları traş olurken size bi köpük tüpünün “günaydın!” demesi..

“sana da günaydın!” diyesi geliyor insanın..

bi de ingilizcesini yazmışar tüpün diğer tarafına..”good morning!” ...

thanx...

10/12/2001

 

INANILMAZ GERCEK

 

Mersin’de Zehra’yla tantunicide otururken Unbeliveable Truth çalmaya başladı. Hem de yerel bir radyo kanalı olan Mersin FM den. Ben bu dumurun keyfini çıkartırken Zehra ilk önce annesinin adı Bülent, babasının adı Özge olan bir arkadaşından bahsetti. Bu da yatmezmiş gibi babasının marketinde parfumeri reyonunda durduğu bir gün deodorantın kokusuna bakmak için burun deliğine sıkan bir adamdan bahsetti ki benim için bir dumur hat-trick i oldu bu.

9-01-2002    Çarşamba

18:40 (Tarsus)

 

 

ENİŞTE

 

Gecen gün bindigim takside sofor ilginç bir olay anlattı. “abi az önce taksiye enistem ve manitası bindi .“ dedi.”ne yapacagimi sasirdim.” Dedi. Sanirim kızkardeşinin kocasindan bahsediyordu. Koca İstanbul’da binecek baska taksi bulamamış sanırım. Çok sinirliydi şöför.

Bunu bana neden anlattigi konusunda da hiçbir fikrim yok. Daha da ilginci binen enişte şöförün, kayınbiraderi oldugunu farketmemiş.

 

20-2-2002

Çarşamba 04:33

 

Boa - For Jasmine (o yıllara dair bir şarkı olsun istedim fonda)

Turist vs Tatilci

Tatilde ne öğrendik?

İki tip insan var:
Turist kafalılar ve tatilci kafalılar. Ben turist kafalı olanlardanım. Gezmeyi seviyorum. Ama tatilci olanlar oturdukları minderden kıpırdayamıyorlar.

Sepultura - We Who Are Not As Others  (uzun zaman sonra nereden estiyse... ama iyi mi geldi ne?)

Dickhead?

Tophane'den Galatasaray'a doğru yanında yaşlı annesiyle yürüyen bir apaçinin üzerindeki tişörtte yazan yazı: I'm with Dickhead

Testament tişörtüyle pazarda gezen teyzenin tahtını elinden almaya adaydır.


Simple Minds - Homosapien

Neni?

Arabayla Assos'tan ayrılıp Ayvacık istikametine giderken, sol taraftaki trafik levhalarından birinin arkasına sprey boyayla yazılan şu cümleyi gördüm: TEK SUÇUM NENİ SEVMEK! 

Sprey boyayla typo hatası yapanı da ilk kez görmüş oldum.


Them Crooked Vultures - Reptiles


16 Temmuz 2010 Cuma

Bu da bize kapak olsun 5: Appetite for Deadpool

Yine bir Deadpool kapağı. O kadar da hastası değilim ama kapak konusunda çok iyi herifler.

Deadpool Corps #4
Çizen: Rob Liefeld

Çalan - Welcome to the Jungle diyesim geldi ama çok alakasız bir şekilde:
Dennis Brown - Oh Girl

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Massive Attack ile Atomlara Ayrılmak

Hayatımda kaçırdığıma en çok üzüldüğüm 2 konserden biridir Açıkhava Tiyatrosu'ndaki ilk Massive Attack konseri. 2.sini kaçırdığıma da üzülmüştüm ama devamında arayı hızlı bir şekilde kapattım. 2003'teki Park Orman konseri sonrası çevremdekilere "Beni öldürüp buraya gömebilirsiniz artık. Göreceğimi gördüm ben" demişliğim vardır. (Ki benim sahne önündeki coşkun duruşumdan etkilenen büyük bir gazetemiz, tabak gibi resmimi 2. sayfasındaki güncel haberler kısmına taşımıştı).
Dün gece 3. kez izleme şansına sahip oldum adamları. Bu sefer Kuruçeşme Arena'daydı şölen. Açıkçası çok da ümitli değildim konser adına ve ev taşımış bir adamın züğürtlüğüyle de birleştirince noktaları, son dakikada verilen ani bir kararla koşa koşa gidilen bir konser aktivitesinin içinde buldum kendimi.
Gidiş yolu tam bir işkenceydi. Beşiktaş-Feriye arasını 35 dakikada katettim otobüsle (Beşiktaş-Ortaköy sahil yolu, sivil araç trafiğine kapatılmalı. Sadece toplu taşıma araçları çalışmalı o güzergahta) ve o noktada pes edip Kuruçeşme'ye kadar koşar adım gittim ve 2. şarkıdan itibaren kendimi rüyanın içinde buldum.
Bu adamlar her seferinde beni biraz daha şaşırtıyorlar. Bir sahne bu kadar güzel kullanılamaz ki bunu izlediğim konserler içerisinde, Roger Waters'dan sonra en iyi yapan grup Massive Attack'tir.

Yine dotmatrix bir arka fon, yine sürekli akan yazılar, istatistikler, dünün gazete başlıkları, magazin bültenleri, uçuş saatleri, vs.vs.vs.

Orkestra değişmemiş (sanırım). Gitarlar daha ön planda, daha agresif, daha hırçın. Ve tam da benim ihtiyacım olan şeydi dün itibariyle. Her daim samimiyet sorunları yaşayan bir insan olarak, artık samimiyetsizlikten gına gelmiş bir şekilde attım kendimi Kuruçeşme yollarına.
Ve Massive Attack, her zaman olduğu gibi, özverimin karşılığını bana fazlasıyla ödedi.
Hep diyorum, "haftaya yine gelseler, yine giderim". 3 konserin de sonunda bu cümleyi kurdum ve hep de kuracağım.
Bu adamların karizması da aklımı feci derecede kurcalıyor. Özellikle de Daddy G. ve 3D... "Cool" olmak neye benzer? sorusunun cevabı bu adamlar! Bunlar çocukken falan da sevimli mevimli değillerdir. Bir köşede durup sinirli sinirli etrafa bakıyorlardır. Ama işin asıl fantastik tarafı, bu kadar soğuk ve karizmatik duruşun içinde müthiş bir samimiyet gizli. Ve bu samimiyeti o kadar güzel yansıtıyorlar ki, konserin her saniyesinden zevk alıyor insan. Çünkü belli ki adamlar da çalarken ve söylerken müthiş keyif alıyorlar. Belki de yıllarıdır sürekli grubu dağıtmaya çalışıp bir türlü becerememelerinin sebebi de budur.
Sahnede dünyanın en samimi ve en karizmatik grubu çalarken, izleyici kitlesindeki kalite düşüklüğünün biraz can sıkıcı olduğunu söylemeden de duramayacağım. Etrafımda sürekli birbirinin fotoğrafını çekmeye çalışan, gerizekalı post-ergenler vardı. Ben nereye kaçarsam kaçayım, her yerdeydiler. Tüketerek yaşayan ve beslenen, dünyadan bir haber, facebook gençliği... Doğal şartlar altında haytta kalmak için herhangi bir yetisi olmayan, ama modern toplumun yozluğuna karışarak, hepimizden daha rahat, daha gamsız ve daha sağlıklı yaşayan bir "sürü"...
Daha fazla gerilmeden noktayı koyuyorum.



Çalan: Massive Attack - Rising Son

Massive Attack - Group Four

Massive Attack - Unfinished Sympathy

vs.vs.vs.

28 Mayıs 2010 Cuma

İyi Sakal Yaptık!!!

Gazetede görür görmez "crop" duygularım kabardı.
Çalan: The Cinematic Orchestra - Channel 1 Suite

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Das Computer

Ne yapıyorsunuz siz???

18 Mayıs 2010 Salı

Wolverine: Canadian Eggs!

Pek eğlendim: http://www.faitherinhicks.com/wolverine/index.html


Blur - He Thought of Cars


I Had A Dream, Joe Vol.4: Dedem

Annem hep ona çektiğimi söyler. Haksız da sayılmaz. Elinde büyüdüm denebilir. Hasta derecede düşkündüm dedeme. Onu izleyerek içki içmeyi öğrendim ama ben daha alkol tüketme yaşıma gelmeden o şeker hastası olup içki içmeyi bıraktı. Hâla içimde çok büyük eksikliğini çekerim, karşılıklı birer duble rakı içemeden kendisini kaybettiğim için. 
Araba kullanmayı sevmeme huyumu bile ondan aldığım söylenir ve hatta limon kolonyasına olan düşkünlüğüm de belki onu hatırlattığı içindir. 
Doğaya bu kadar düşkün ve hayvanlarla bu kadar barışık olmamdaki payı da az buz değil. 
Bir tek Türk Sanat Müziği sevdirmeyi başaramadı bana. O kadarı da benim haytalığım olsun.

Uzun aradan sonra dün gece rüyamda gördüm. Koltukta oturuyordu. Hastaydı. Ama hayattaydı. Koştum sarıldım. "Dede seninle bir kadeh içki içemedik bir türlü heh heh" diye takıldım kendisine. (ki gerçek hayatta böyle kankavari konuşmak sıkardı) Sonra (özlemişim sanırım), ağladım falan galiba. Bok gibi uyanıverdim. Bütün gün de gözümün önünden gitmedi.

Belki dinleseydi severdi (belki de dinlemişti ama benim haberim yoktu): Ravel - Bolero

(Keşke bir fotoğrafını tarayıp bilgisayara atsaymışım. Belki ileride yaparım)




13 Mayıs 2010 Perşembe

Saymayı öğreniyoruz!

Public Enemy #1

2 Unlimited

We 3

Fantastic 4

Jackson 5

Sinister 6

Magnificent 7

DV 8

9 Inch Nails

Perfect 10

Winning 11

Ocean's 12

Friday the 13th

14 Years

Little 15

niye bu kafaya girdim bilemedim ama esti işte öyle.

Queens of the Stone Age - Goin' Out West 


26 Nisan 2010 Pazartesi

Adını Kumlara Yazdım!

 Logan temalı blog serisi 5


Tabii ki ben yazmadım bunu! Ne yazık ki benim için de yazılmamış. Google sağolsun. 


Arctic Monkeys - Cornerstone


19 Nisan 2010 Pazartesi

Kimmerya Kafası 1

Conan: "İYİ BİR KADIN, BU TOPRAKLARDA, DÜRÜST BİR ADAM KADAR AZ BULUNUR -- VE ÇOK DAHA DEĞERLİDİR!"

-Barbar Conan'ın Vahşi Kılıcı 3, Sayfa 47


Çalan: Stevie Wonder - You and I

18 Nisan 2010 Pazar

Howlett's Bookstore


Gelecekten bir kare gibi çıktı karşıma. Belki ileride bu da olur. Neden olmasın?

 

 

Alıntı: Wolverine Weapon X #12
Yazan: Jason Aaron 
Çizen: Ron Garney

 

Çalan: Dirty Projectors - Cannibal Resource

3 Nisan 2010 Cumartesi

Loop Kafası 07: Red Hot Chili Peppers - Breaking The Girl

Sene 1994 falan... Blood Sugar Sex Magic albümü yeni çıkmış. Give It Away şarkısı, patlamaktan öteye geçmiş. Under The Bridge dillere pelesenk olmuş. 
Ama o dönem klibi dönen bir şarkı daha var: Breaking The Girl. Ben direk bu şarkıyı seçmişim algıda. Klibi çıksın Mtv'de de izleyeyim diye deliriyorum. O sıralar download kelimesi, dağarcığımızda yok. Kaset satın alıyoruz ama Red Hot Chili Peppers albümleri de Mersin'de yok. Ben İstanbul'a bir gelişimde, kuzenimden kopyalayıp, eski, radyolu Sony walkmenimde loop'a almaya çalışıyorum şarkıyı. Sürekli başa sarmaktan, piller ambele olmuş. 
Lisenin 2. yılı... Matematik dersi... Ama o kadar sıkılıyorum ki... Arka sıralardan birine geçmişim, kafamı sıraya dayayıp, kulaklıkları takmışım... Kaptırmış gidiyorum. Elime iki adet Rotring kalem alıp, şarkıya davullarla eşlik ediyorum. O dönem matematik öğretmenimiz, ergenlik ateşiyle sırılsıklam aşık olduğum kızın annesi... Ben patır kütür çalıyorum şarkıyı, defter-silgi-kalemkutusu ekseninde kurduğum mini davulumla. Ve şu ses beni kendime getiriyor: "Oğlum biraz yavaş çal!"
Sınıf kopuyor. Ben gülmek ve utançtan kızarmak arasındaki ince çizgide git-geller içerisindeyim. Ama hep güzel bir anı olarak kazınıyor hafızama. 
Aradan 15 sene geçmiş neredeyse... Ben hala dolmuşta ya da iş yerinde falan, bu şarkıyı dinlerken, ritm tutmaya başlıyorum otomatik olarak. 
RHCP hayranı değilim ama bu şarkıyı 15 senedir sıkılmadan dinliyorum. Hep beni gerçek dünyadan uzaklaştırıyor. Bazen güzel anılarla geliyor, bazen yaramın içine dikenli bir tel sokuyor. Çünkü bazen diyor ki: She meant you no harm...

Ama bazen de şunu diyor: He loves no one else

Bunları yazarken, şarkı 6. turunu atıyor sahanın çevresinde...
Kanımda ise yaklaşık 35cl Rakı, ne tarafa gideceğini bilmez bir halde gezinmekte.




Bu blog girişinin rengi, sarıydı... 


29 Mart 2010 Pazartesi

Önce İnsan!



Fersan Elma Sirkesi ve insanlık arasındaki sıkı bağ...

Jamiroquai - Music of the Mind

Hate Free Zone 13: Bir Lisan, Bir İnsan

- Pardon, buralarda bir dil kursu var mı?

- Neyce öğrenmek istediğinize bağlı.


Kişisel not: Soru sorulmasından pek haz etmiyorum sanırım.

Black Label+Kabuklu Badem+QOTSA - Give The Mule What He Wants


19 Mart 2010 Cuma

Hate Free Zone 12: Pick Up The Phone

Çevremde bir kısım insan var ki ciddi anlamda telefon kullanma özürlü.
Bu adamlar sürekli telefon bozar, kaybeder, çaldırır, evde unutur vs.vs.

Kadınlar, sanırım bir şekilde, bu adamları enteresan buluyor olsalar gerek; "aa ne rahat adam, işte materyalizmden uzak ve asi bir ruh, aman allahım ne kadar marjinal" falan diye düşünüyorlar diye tahmin etmekteyim. 
Ama kişisel gözlemlerim bir müddet sonra bu karizmanın "neden telefonunu duymadın? telefonun neden kapalıydı? telefonunu neden evde unuttun?" tarzı gerilimlerle elde patladığı sonucunu çıkarttı. Yani bu vurdumduymaz ve asi tavır, ciddi bir ilişki içerisine girildiği an ciddi bir kaosa sebebiyet veriyor. İyi de oluyor.

Peki bu kimin sorunu? 
Benim değil açıkçası. Dediğim gibi güncel tespit ve kişisel nefret içerir. Ben sadece en acil durumlarda arayıp da ulaşamadığıma sinir olurum ve geçer gider. 
Ama asıl sinir olduğum nokta, ulaşılabilir olmanın dayanılmaz ağırlığıdır. Telefon kullanıyorsan, kullanıyorsundur. Bazen kırasım geliyor olsa da, yine de iletişim güzel bir şeydir. 

Led Zeppelin'den Communication Breakdown çalıyor demeliydim belki ama malesef winamp "Black Sabbath-Sabbra Cadabra"yı uygun gördü. 


9 Mart 2010 Salı

Loop Kafası 06: Gentle People - Journey (Aphex Twin Remix)






Bu şarkıyla tanışmam, 2003 civarıydı diye hatırlıyorum. O zamanlar internet bağlantısı ev telefonundan bozmaydı ve cd fiyatları da halliceydi. Ki zaten bir çok albüm de buralara gelmezdi.
Doğal olarak da sokaklarda korsan CD tezgahları boy vermekteydi. Teşvikiye Camii önünde bekleyen çok acaip bir adam vardı ki kendisinden çok beslenmişimdir müzik konusunda.
Kendisinden aldığım onlarca enteresan albümün arasında Aphex Twin'in 26 Mixes For Cash albümü de vardı. Bir söylentiye göre, Madonna kendisine yüksek bir meblağ karşılığında, şarkılarından birini remixlemesi teklifinde bulunmuş ama Richard D. James'in bu teklifi elinin tersiyle itmesi yetmiyormuş gibi, bir de ayar verircesine, kimsenin ciddiye almadığı, "underrated" 26 şarkı seçmiş ve bunları zevk için remixleyerek bu 2cdlik albümü çıkartmış.
Konumuza dönersek, ben o albümün içinde direk Gentle People'ın Journey şarkısına yaptığı remixe tav oldum. Ama öyle böyle bir tav olmak değil. Altı seneden fazladır kesintisiz dinliyorum.
Gizli Bahçe' de Tayfun çalardı o yıllarda Pazartesi geceleri... Bir gün cd çantasının içinde tesadüfen bu albümü gördüm ve yalvar yakar, kapanışı bu şarkıyla yaptırdım. Uzunca bir müddet, benim orada olduğum her gece, Tayfun barı bu şarkıyla kapattı.



Bu şarkının genel olarak bana yaptığı yüklemeler:
1) Engin okyanus görüntüsü... Ve mümkünse kuyruklarıyla dalgaları döven mavi balinalar olsun ortamda.
2) Bitmek bilmeyen bir yol. Arabayla, yaz aylarından birinde, güneşin altında denize doğru giden bir yol. Ama renkler 70'lerden kalan fotoğraflar gibi canlanıyor gözümde.
3) Yine aynı renk tonlamasıyla, sahilde bir şemsiyenin altında kafada hasır şapkayla oturmak. Ara ara buz gibi biralar içmek. Dalgaların sahile vurması. Vs.vs.vs.




Zaten demiyor mu
This trip is an endless dream,
We are takin' you on a journey




(Bu sırada şarkı 3. turunu atmaktaydı kendi içerisinde)

4 Mart 2010 Perşembe

I Had A Dream, Joe Vol.3: Yo, Nigga!

Dün gece rüyamda hayvanlar gibi scratch atıyordum. Önümde çok acaip bir turntable ve çok acaip bir mixer vardı. Bu acaip tanımı iyi anlamda değildi. Ucubik aletlerdi ama yine de hayvan gibi saldırıyordum işte.
Bir de uyurken Korsakov'un Scheherazade'ını dinlerken nasıl böyle bir rüya görmeyi başardım onu da anlamıyorum.


The Beatles - Tomorrow Never Knows

23 Şubat 2010 Salı

Bu da bize kapak olsun 4: Cry For Justice!



Justice League of America: Cry For Justice serisinin 6. sayısında, etrafına boş cd'ler fırlatan bir eleman var. İki kutu DMS ile ben de süper kahraman olabilir miyim acaba?



Çizer: Mauro Cascioli

The Go Betweens - Five Words

17 Şubat 2010 Çarşamba

Dil Peltesi 2

Geçenlerde İlke'nin kafasına bir şey geldi! Hemen bizimle paylaştı.


James - Senorita


16 Şubat 2010 Salı

Hate Free Zone 11

Öyle bir moddayım ki, "Bitse de gitsek" kafasından çıkamıyorum bir türlü. Alkolden şımardım resmen ama başka türlü de uyuyamıyorum ki. Sürekli midemde bir yumrukla gezmekten de yoruldum. 
Yanlışı nerede yaptığımı bulamıyorum bir türlü. Ben mi bütün gerizekalıları buluyorum, bütün gerizekalılar mı beni buluyor? 
Belki de gerizekalının önde gideni, bizzat benimdir. Geri kalan herkes çok normaldir.

Gidip biraz Call of Duty oynayayım. 


Interpol - Take You On A Cruise

28 Ocak 2010 Perşembe

Hate Free Zone 10: Yoğuşmalı Kombo!

İnsanların, Apple ürünlerine, ülke gündeminden ya da herhangi bir şeyden daha fazla önem vermesine sinir oluyorum. Tüketimin bu kadar kölesi olmak, "aaa apple yeni ürün tanıtacakmış, hadi saatlerce onun açıklanmasını bekleyelim" diye kanırtmak falan bana göre şeyler değil sanırım.
İnsanlara "Herkes aynı şeyleri sevmek zorunda değil, zaten öyle olsa tek tip filmler izler, tek tip kitaplar okur, tek bir tür müzik dinlerdik" vaazını vermekten yoruldum.  Bu vaazı yemelerinin sebebi, sürekli, sevmediğim şeyler yüzünden beni yargılamaları. Köşeli bir insanım... Yerse...


Sokak hayvanlarına sürekli yardım etme olayına da karşıyım. Hayvanın doğal hayatta kalma içgüdüsüne insan eli değmesin. Hayatta kalmayı becerebilen, bir sonraki nesillere daha güçlü tohumlar bıraksın. Hayatta kalacak kadar güçlü, çevik ya da kurnaz değilse de ölmesinde bir sakınca yok. Ve kimse hayvanları benden daha fazla sevdiğini iddia da etmesin. O hayvan kartondan evlere, yapay mamalara alıştığı zaman, soğukta sığınacak yer bulma ve avlanma yetilerini yitirecek. Madem o kadar seviyorsun, önüne bir tas su koymak yerine evine alıp beslemeyi dene. Bu şeye benziyor,"Biz bir ülkeye girdik, oradaki yerli halkın ağzına sıçtık, şimdi de orası için yardım konserleri düzenliyoruz". Madem bu hayvanlara dünyayı dar ettik, bari bırakalım da o dar ettiğimiz dünyada hayatta kalmayı öğrensinler. Medeni dünyanın herşeyi yapay olduğu gibi, hayvan ve doğa sevgisi de yapay tabii ki.  
Evet, bu düşünceler bir çoğuna vahşice gelebilir. Ama doğa zaten vahşi bir şey. Ona müdahale etmek bizim haddimize düşmez. Hiçbir şeyi sevmek zorunda da değilim. Ben seni Primus sevmiyorsun diye yargılamıyorsam, sen de beni Depeche Mode sevmiyorum diye yargılayamazsın. Ben seni Conan filmlerini sevmiyorsun diye yargılamıyorsam, sen de beni Fatih Akın filmlerini sevmiyorum diye yargılayamazsın. Ben seni Punisher okumuyorsun diye yargılamıyorsam, sen de beni Sandman'den nefret ediyorum diye yargılayamazsın. Bu böyle daha çooook uzar gider.
Ki bu arada film festivali nefretime de laf eden insanlar oluyor. Ama benim için festival şöyle bir şey: "O kadar boktan bir film çektim ki, adı sanat filmi oldu". Ve bu film festivalde oynadığı zaman otomatikman enetellektüel bir filme dönüşüyor. Eminim Rambo IV filmi başka bir isimle festivalde oynasaydı, "Güney Asya'da yaşanan şiddet olaylarına göndermelerle dolu" yorumları yapılırdı. Bu yazdıklarımdan, "festivalde oynayan bütün filmler kötüdür" dediğimi zanneden dümdüz adamlar da çıkacaktır. Onları da şeytan alsın! 
Evet bu sefer kombo bir nefret kusma durumu oldu.

Ben bunları yazarken sırasıyla

Cinematic Orchestra - Night of the Iguana
ve
Simple Minds - Theme For Great Cities 
çaldı winamp. Nabza göre şerbet oldu direk.


26 Ocak 2010 Salı

29

It will be fine

if the blonde is mine

in twenty-nine.


interpol - obstacle 2



23 Ocak 2010 Cumartesi

Loop Kafası 05: Sofa Surfers - Sofa Surfers






Bu sefer loop kafasına direk albüm olarak daldım. Netekim bu albüm, hayatım boyunca kesintisiz olarak en çok dinlediğim albüm oldu sanırım. Bugüne kadar yazmama sebebim zaten hangi şarkıyu bu seriye dahil edeceğime bir türlü karar verememiş olmamdı. En sonunda dayanamadım albümü komple loop kafasına soktum. Ama tabii ki içinde özellikle üzerinde duracağım bir kaç şarkı var.


Öncelikle Good Day To Die şarkısını, gerek sözleri, gerek melodisi, gerekse içinde geçen Hoka-Hey lafı yüzünden ilk sıraya yerleştiriyorum.

Sonrasında Notes For A Prodigal, White Noise ve diğerleri.
İlk dinlediğimden beri diyorum, keşke aynı kıvamda bir kaç albüm daha olsa piyasada. Evire çevire dinlesem. Evde, iş yerinde, mp3 playerda sürekli dinliyorum ve hiç sıkılmıyorum.
Nefis gitar-davul-bass tonları ve aynı şekilde nefis riffleri üzerine Seal tadında bir vokal.
Melodiler genel olarak karanlık ama depresif değil. Vurucu ama agresif de değil. Kelimelerin yetersiz kalduğını düşünerek, sizleri albümden bir videoyla başbaşa bırakıyorum:
bunu yazarken hemen bir "good day to die" açtım iyiden iyiye gazı almak için.
Hoka-Hey!
Ayrıca, web-hosting firmasının adı "Silver Server" olan bir gruba hayran olunmaz da ne olunur?

13 Ocak 2010 Çarşamba

Who's Bad?


gittigidiyor sayfasından printscreen durumu.

Sayfayı gösteren: Sinan Ural

Fonda Çalan: Primus-DMV

11 Ocak 2010 Pazartesi

I Had A Dream, Joe Vol.2: Beslenme Çantası

Rüyada Sarı, bir dilim tost ekmeği üzerine bir dilim beyaz peynir koymuş bana beslenme hazırlıyor gün için. Okula gitmeye hazırlanıyor bir yandan. Ama beslenme çantası Sergen Yalçın şeklinde!!!

Bilinçaltıma ettiğim küfürler ele avuca gelir gibi değil. Ama direk piyasaya süresim var o beslenme çantalarından. Süperdi dizayn olarak.


David Bowie - Saviour Machine

10 Ocak 2010 Pazar

Dil Peltesi 1

Dün çok şahane iki sürçmeye tanık olduk:

1. Cenkins adamın birine "kredi kartalı ile mi ödeyeceksin?" gibi bir şey dedi.

2. Akşam İlke'ye Creepy hardcover kitaplarından bahsederken "hani Creepy serisi var ya hardcore olarak basılanlar" dedim. 

kah güldük kah eğlendik.

Nick Cave and the Bad Seeds - When I First Came To Town

9 Ocak 2010 Cumartesi

Netame

Bugün İlke anlattı. Geçtiğimiz günlerin birinde Sadi Güran ile aynı masada oturup içmişler. Sadi benimle ilk karşılaşmasında kendisini kalayladığımdan bahsetmiş ki olay da şu şekilde cereyan ediyor: 

Kendisi dükkana geliyor ve "Netame satılıyor mu?" tarzı bir soru soruyor.

Ben kendisini ilk etapta tanımıyorum ve lavuğun biri geldi kitaba bok atmaya çalışıyor zannedip: "Gayet güzel bir kitap. Niye satılamasın ki? Alla alla!!!" şeklinde arıza bir cevap veriyorum.

Demiyor ki "O kitabı yapanlardan biri benim". Bunu dese, oracıkta yerin dibine gireceğim zaten. 

Bunu da gidip en yakın arkadaşlarımdan birine anlatmış olması enteresan ve komik olmuş gerçi. 

Ki sonradan buzları erittik. Bana kitap hediye etti. Ben imzalattım vs. vs.

Ama işte Logan kafası böyle bir şey. Ulaş ne güzel demişti: Fevri Mutant diye. 


Tortoise - Seneca

Loop Kafası 04: John Finn's Wife


Dinlediğim ilk Nick Cave şarkısı Do you love me? olmuştu. MTV Türkiye'ye yeni gelmişti. Biz lisenin son demlerini yaşıyorduk. Gece gündüz klip falan izlediğimiz bir dönemdi. Bu şarkının klibini izlediğimde "ne acaipmiş" dediğimi hatırlıyorum. Yumurta topuk ayakkabıları ve asık suratıyla danseden Nick Cave beni bir hayli şaşırtmıştı açıkçası. 

Sonra İstanbul'a geldik. Elime Henry's Dream albümü geçti. Tam anlamıyla kilometre taşlarımdan biri oldu bu albüm. Uzunca bir süre gece- gündüz dinledim. Ama albümde bir şarkı vardı ki, direk sıyrılıp kendine ayrı bir yer edindi: John Finn's Wife. 

Şarkının sözleri pulp bir hikayeymişçesine akıp gidiyor. Nakarat gibi bir kafa zaten yok. Ama Nick Cave bu şarkıyı o kadar hissederek söylüyor ki, gerçekten John Finn'i öldürmüş olduğunu düşünüyor insan. Keman sesinden pek de hazetmeyen benim bile tüylerimi diken diken edebilecek bir keman partisyonu var şarkıda. Sakin sakin anlatmaya başlarken, tansiyonu o kadar güzel yükseltiyor ki, sözleri dinlerken o sahne gözümün önünde canlanıyor. 

Çok uzun zamandır dinlemiyordum. Sonra birden kafamın içinde dönmeye başladı. Hemen loop'a aldım şarkıyı. Ben bunları yazarken üçüncü defa çalıyordu ama şimdi dört olacak. Yanına bir shot da scotch whisky alacak ve hikaye bir kez daha akacak.

Fotoğraf: John Finn's Wife by Stuart Crawford

3 Ocak 2010 Pazar

I Had a Dream, Joe Vol.1: EastCoast is Restless!

Saçma sapan bir rüya görerek uyandım. 

Mekan: Gon

İçerisi kalabalık ama bir sürü hiphopçu var içerde. Hepsi o yorgan gibi, uyku tulumu gibi montlarını giymişler, hışır hışır geziyorlar içerde. Adım atacak yer yok. 

Ve birden berserk moduna geçen ben, "ÇIKARIN ULAN MONTLARINIZI" şeklinde bağırarak adamların üzerine Wolverine uçuşu yapıyorum. Hepsinin montlar çıktıktan sonra içerisi bir anda ferahlıyor. Yerden %50 kazanç resmen. O hışır hışır ses de yok. Huzur var.

Basil Poledouris - Leaving~The Search

Red Room - Le Paradis


2 Ocak 2010 Cumartesi

Loop Kafası 03: Krallığımın Anahtarı



Dinlemektan asla bıkmadığım ya da bıkmayacağım şarkıların bayrak taşıyanlarında biri: Unkle-Keys To The Kingdom. Albümün adı War Stories. Agresif/Depresif zamanlarımın vazgeçilmezi. Vokaller falan zaten tarif edilemez güzellikte. Sözler de öyle. 

Çok da anlatamadım derdimi ama işte benim "kingdom" kelimesine olan takıntımla da alakası var biraz. Daha önce de "My Kingdom" dan bahsetmiştim. 

Bir gün kendi krallığımı kuracağım ve anahtarı sadece bende olacak.

Bir de güzel klibi var bu şarkının. Tam hayal ettiğim gibi: 


Ve diyor ki:

"And I'm caught in a space between my head and my face again"